7 Nisan 2008 Pazartesi

Sıra Hz. Peygamber’i Çalgıyla Anmaya Mı Geldi?

STV’den Çalgılı Mevlid Kandili Programı-09 Nisan 2006, Pazar-Samanyolu tv mehtap tv fethullah gülen diyalogcu medya mevlid kandili
STV’den Çalgılı Mevlid Kandili Özel Programı-Samanyolu tv mehtap tv diyalogcu medya fethullah gülenSTV’den Çalgılı Mevlid Kandili Özel Programı-Samanyolu Tv fethullah gülen mehtap tv diyalogcu mevlid rezaletSTV’den Çalgılı Mevlid Kandili Programı-Mehtap Tv-samanyolu tv fethullah gülen dinler arası diyalogSTV’den çalgılı Mevlid Kandili Özel Programı samanyolu tv fethullah gulen dinler arası diyalog mehtap tv diyalogcular


Bugün 22 Rebiulevvel… 10 gün önce, yani 12 Rebiulevvel canımız, sevgili Peygamberimiz, Can Muhammed’in doğum günüydü. O’nun dünyayı şereflendirdiği gece “Mevlid Kandili”dir. O geceyi kutlamakla şereflenmeye çalışıyoruz.
O’nun dünyayı şereflendirdiği sene, Rebiulevvel ayının 12’si 20 Nisan’a denk gelmişti. Dolayısıyla, Miladi tarihe göre de, O’nun doğum günü 20 Nisandır, yani bugün.

Miladi takvim baz alınarak da olsa, son senelerde O’nun doğumunun “Kutlu Doğum Haftası” olarak anılıyor olması güzel oldu. Bu milletin kalbindeki peygamber sevgisini anlamak isteyenler, “Kutlu Doğum Haftası”ndaki kalabalıklara bakmalıdırlar.

Bakmalıdırlar diyoruz amma, milletteki o ezeli ve ebedi sevgiyi görmeye tahammül edemeyenler nasıl bakacak! Elbette gözü kamaşacak ve göremeyecek. Kendisi görmeye tahammül edemeyince, tabii ki içinin almadığı şeyi başkalarına da göstermek istemeyecektir…

Nitekim öyle oluyor. Milleti ilgilendirmeyen kıytırık bir mesele için bir araya gelen üç-beş kişiyi, tumturaklı seslerle duyuranlar, Hz. Muhammed (a.s.) sevgisiyle bir araya gelen onbinlerce kişilik zinde, heyecanlı kalabalıkları ne görüyor, ne gösteriyor, ne de duyuruyorlar.

Bir başka çeşit tamammülsüzlük daha var. Ama önce birkaç hatırlatma yapmalıyım: Peygam, “Haber”, peygamber de “Haber getiren” demektir. Peygamberler, Allah’ın vahiy yoluyla kendilerine bildirdiği gerçeklerin haberlerini… Ve iman ve ibadetle ilgili bilgileri, insanlara getiren, aktaran mübarek zatlardır. Peygamber denilince, akla ilk gelen imandır, ibadettir, güzel ahlaktır, fedakarlıktır. Peygamberler işte taşıdıkları bu sıfatlarla anılmalıdır. Yoksa, çalgıyla falan değil.

Peygamberimiz anılırken, O’nun verdiği iman mücadelesi, bu uğurda katlandığı eziyetler, tahammül ettiği haksızlıklar, güzel ahlakı, insanları iyilik ve ibadetlere teşvik etmesi ve mübarek sözleri anlatılmalıdır. Kainatın, O’nun hürmetine yaratıldığı anlatılmalıdır.

Kısaca: Hz. Peygamber Allah’ın habercisi olduğuna göre, O, Allah’tan getirdiği haberler anlatılarak anılmalıdır. O’nun ahlakından örnekler verilmelidir ki gerçekten anılmış olsun.

İşte tahammülsüzlüğün ikinci kısmı, bunlara zıt bir şekildeki sözde anmadır. Saz, caz ve bir sürü çalgı aletini yığdıkları bir salona insanları davet edip, o çalgı aletlerini kulakları sağır edercesine dambur-dumbur hep birden çaldıran, üstüne üstlük bunun adına bir de “Son Peygamber Hz. Muhammed’i anmak” diyenleri ne diye isimlendirmeli acaba?

Sevgili Peygamberimiz –haşa- bir Mozart mıdır ki çalgılarla anılsın!..

Kadın- erkek ayırımı yapmadan, sahnede bazılarının eline mikrofon verip, yoğun çalgı seslerinden ne denildiği bile doğru dürüst anlaşılmayan sözde na’t ve kasideleri, bir konser havası içinde söyletmek ne zamandan beri Hz. Peygamber’i anmak oldu?

Sevgili Peygamberimiz’i işte böyle anan(!) bu dostlar, “Hıristiyanlığa yeşil ışık yakmakla” da suçlanıyorlar. Ama bu suçlamayı kabul etmiyor ve diyorlar ki:

“Bizim bu faaliyetlerimizden dolayı Hıristiyan olan tek kişi varsa söylesinler. İsim versinler diyoruz, bir tek isim veremiyorlar.”

Değerli okuyucular! Benim, İstanbul’daki bir lisede tarih öğretmenliği yapan bir akrabam var. Peygamberimiz’e ve Kur’an’a iman edip etmemeyi önemli saymıyor. Dolayısıyla, Peygamberimiz’e ve Kur’an’a inanmayan Hıristiyanların da cennete gideceklerini söylüyor. “Allah’ın cenneti geniş; Hıristiyanlar niçin cennete girmesinler” diyor.

Kur’an’ı yüzünden düzgün okumayı bile pek beceremeyen bu genç öğretmenimiz, Peygamberimiz’e ve Kur’an’a iman etmek üzerinde durmuyor ama, Hıristiyanları müdafaadan da geri durmuyor. İsim isteyenlere onun ismini versek kabul edilir mi acaba?

“Gülerce”sine ve meydan okurcasına “İsim versinler” diyen dostlarımız gerçekten isim istiyorlarsa, ben hazırım. Gerçi bu genç Hıristiyan değil Müslüman. Ama ısrarı da ortada. Sorsunlar bakalım derdi neymiş. Onlar öğrensinler de biz de onlardan öğrenelim…

20 Nisan 2006 Perşembe
Ali Eren, Vakit

Hiç yorum yok: