29 Aralık 2007 Cumartesi

Diyaloğu Kim Başlattı?


İki asıra yakın zamandan beri Papalık, Misyonerlik faaliyetleri ile Hıristiyanlığı Ortadoğu’ya yaymaya, cahil Müslümanları Hıristiyanlaştırmaya çalışmaktadır. Fakat, Afrika ülkeleri gibi, dinden haberi olmayan sadece isimleri Müslüman olan ülkelerde başarı elde etmelerine rağmen, İslamiyetin aslına uygun bir şekilde bilindiği ve yaşandığı, Müslüman ülkelerde istedikleri neticeyi alamadılar. Bunun neticesinde, Misyonerlik faaliyetlerine destek verilmesi için Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü projesi gündeme geldi.

Bu çalışmaları yapan Konsil ilk defa 1962'de bu konuyu görüşmek için toplandı. Daha sonraki toplantılarla da misyonerlik faaliyetinin bir parçası olmak üzere “Diyaloğa”önem verilerek devam ettirilmesi kararlaştırıldı. II. Paul'ün 1991 yılında ilan ettiği Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle diyordu:

“Dinlerarası diyalog, Kilise'nin bütün insanları Kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır... Bu misyon aslında Mesih'i ve İncil'i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir. “


1964 yılında 2. Vatikan Konsilinde kurulan 'Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası'nın 1973 yılında, sekreterlik görevine getirilen Pietro Rossano, Sekreterya'nın yayın organı Bulletin'deki bir yazısında şunu belirtiyordu:

"Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncil'i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilise'nin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih'in sevgisini ve Mesih'in sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilise'nin İncil'i yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır."


Pietro Rossano, ayrıca diyaloğun şartlar gereği ortaya çıktığını, İseviliği ilk yayan Havarilerin metodu olduğunu şöyle ifade etmektedir:

“Kilisenin henüz bulunmadığı yerlerde tesis edilmesi için yapılan bir faaliyet olarak anlaşılan misyon, artık diyalog olmadan başarıya ulaşamaz.”


1984 yılından beri "Hıristiyan Olmayanlar Sekreteryası"nın başkanlığını yapan Kardinal Francis Arinze ise, geçmişten bugüne gelinen noktayı anlatırken bunun Kilisenin bir misyonu olduğunu ifade etmektedir:

"Papa VI. Paul'ün vizyonu gerçekleşmektedir. Çünkü dinlerarası diyalog, Kilise misyonunun normal bir parçası olarak görülmektedir"
(Bulletin, 59/XX - 2, 1985, 124).


Papa’yı ziyaretinde Fethullah Gülen de bu konuyu vurgulamıştır:

“Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz.”

(F. Gülen’in Papa’ya mektubundan, Zaman, 10.2.1998)



Nihai hedeflerini de Papa II. Paul'un 2000 yılı mesajında şöyle bildiriyordu:

"Birinci bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü bin yılda ise Asya'yı Hıristiyanlaştıralım."


Müslümanlar cephesinde ise; “Dinlerarası diyaloğun kararlı bir destekçisi ve teşvikçisi”nin Sayın Fethullah Gülen olduğu, Hocaefendi’nin onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yayını “Küresel Barışa Doğru” kitabında bildirilmektedir.

Yine aynı kitaba göre, Fethullah Hoca’nın, Papa II.Paul ile görüşmesinden önce bu diyaloğu daha önce başlatan üstadı Said Nursi’dir. Bediüzzaman Saidi Nursi’nin, bu konuda, Papa XII. Pier ile yazışma yaptığı, 1950’li yıllarda Fener semtinde ikamet etmesinin, Rum Patrik Atenagoras ile de yapılan diyaloğu kolaylaştırdığı aynı kitapta ifade edilmektedir.

Dinlerarası diyaloğun lüzumu ile ilgili Hocaefendi’nin yayınlanmış pek çok makalesi ve kitabı var. (Mesela, “Hoşgörü ve Diyalog İklimi” kitabı tamamen bu konu ile ilgilidir.)


Diyanet ve İlahiyat fakülteleri de diyaloga destek vermektedirler. 23/24.10.2003 tarihleri arasında; ülkemizde, bölücü faaliyetlerde bulunduğu iddiası ile kapatma davası açılan Alman Konrad Adenauer vakfının, Armada otelinde düzenlediği, “Türkiye ve Avrupa’da Din, Devlet ve Toplum- Dinlerarası Barışçı bir Ortak Yaşam için Olanaklar ve Engeller” konulu konferansa katıldım.

Bu toplantıda “Dinlerarası Diyalog” projesinin önde gelen temsilcilerinden Prof.Dr. Niyazi Öktem yaptığı konuşmada bu projeye kimlerin destek verdiğini şöyle dile getirdi:

“80’li yıllarda başlattığımız “Dinlerarası Diyalog” projesinde hayli mesafe aldık. Bu konuda bize en büyük desteği Diyanet verdi. Sayın Başkanın gün boyu aramızda bulunması bunun en güzel ispatıdır. Sivil kuruluşlardan ise destek, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan geldi. Vakfın onursal başkası Fethullah Gülen Hoca bize büyük destek verdi. Bütün bunların üstünde, Diyalog konusunun Türkiye’de ki mimarı, öncüsü Prof. Dr. Mehmet Aydın’dır. Her birine huzurunuzda teşekkür ediyorum.”

Son zamanlardaki diyalog toplantılarında olduğu gibi, bu toplantıda da, “Yahudi temsilcileri” göremedim. Yahudiler uyanık. Baktılar bu işbirliğinde kendilerine bir fayda yok, parsayı Hıristiyanlar toplayacak, bunun için diyalog projesine mesafeliler.

Siyasi cephede ise, Bülent Ecevit, Süleyman Demirel ve bir kısım siyasiler diyaloğa tam destek vermişlerdir.

Müslümanlardan, diyaloğa destek verenlerin, niyetlerini tam bilemediğimiz için, bir yorum getirmek sağlıklı olmaz. Zaten bu pek de önemli değil. Önemli olan diyaloğu başlatan, yönlendiren “Vatikan”ın niyeti ve gayesidir. Asıl bunun üzerinde duracağız.

Diyaloğun İçeriği

dinler arası diyalog dinlerarası dialog hoşgörü misyonerlik fethullah gülen fetullah

Aslında, “Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” yeni ortaya çıkmadı, asırlardır bu zaten vardı. Asrı Saadet’te ve sonraki zamanlarda, Müslümanlar, Hıristiyanlarla, Yahudilerle iç içe yaşadılar. Biribirlerinden borç aldılar; borç verdiler. Ticari alış veriş yaptılar. Örneğin, Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde, bir Yahudiye borcu vardı; Hazret-i Ali’ye bunu ödemesini vasiyet etti. Bu tür, komşuluk ve diğer insani ilişkiler zamanımıza kadar devam etti. Kimse kimsenin, yaşayışına, ibadetine karışmıyor; isteyen Kilisesine, isteyen Havrasına gidiyor rahat bir şekilde dinlerinin icablarını yerine getiriyordu. Bu zaten İslâm dininin de bir emriydi.

Ancak, günümüzdeki diyaloglar bu insani, sosyal boyut ile sınırlı kalmadı. Dini inançlara ve yaşayışlara da yansıtıldı. Üç din mensuplarının bir araya gelip “vahiy” “Tanrı” inancı gibi konularda teologlar seviyesinde görüşmeler yapmaları, Papazların, Hahamların iftar yemeğine çağırılmaları; Müslümanların, Kilisede onların Yortu ve Noel günlerine katılmaları bunun muşahhas örneklerindendir.

İftar, Müslümanlar için dini muhtevalı bir yemektir. Dolayısıyla İslam dininin emrettiği şekilde ve İslami ölçüler içinde yapılır. Hâl böyle olunca şu soruyu sormamız gerekir: İftar yemeğinde, papazın ne işi var. Yine, Yortu ve Noel Hıristiyanların bir ibadetidir. Kendi şartlarına göre yapılır. Aynı şekilde burada da Müslümanın ne işi var? Hıristiyanlara, papazlara yemek ziyafeti verilecekse, iftar yemeği dışında başka bir zamanda verilemez mi? Özellikle iftar yemeğine papazın çağırılmasından maksat nedir?

Diyalog için yer ve zaman mı bulunamıyor? Bir araya gelinecekse, dini günlerin ve mekanların dışında, belli bir zamanda ve mekanda buluşmak pek ala mümkün. Yemek mi yenecek, konuşma mı yapılacak burada yapılır. İşte farklı din mensupları arasında diyalog ve hoşgörü budur.

Son yıllarda gündeme getirilen, “Diyalog ve Hoşgörü” başka manada ele alınmaktadır. Hoşgörüden ziyade, üç dinin belli bir eksen etrafında toplanması, bir nevi dinlerin birleştirilmesi şeklinde algılanmaya başlandı. Bu, İslâm dinine, 14 asırlık tatbikata uymayan, işte bu anlayış şeklidir. Yoksa bildiğimiz klasik manada hoşgörüye hiçbir Müslüman karşı çıkmaz.

İşin başka garip bir yönü de şudur: Bugün bu üç din mensuplarının kendi dinlerinden başka dinleri reddettikleri bir gerçektir. Kabul etselerdi zaten o dinde olurlardı. Yani her din mensubuna göre, kendi dini doğru diğerleri batıldır, yanlıştır. Yani başka hak din yoktur. Batıl olan, peşinen reddettiğiniz bir şeyle nasıl diyalog yapılacaksınız? Onu kabul ederseniz zaten kendi dininizi inkar etmiş oluyorsunuz.

Buradan şu çıkıyor, diyalog dinlerarası değil, ancak din mensupları arasında yapılabilir. Bu da, çeşitli din mensupları arasındaki, siyasi, ekonomik, sosyal boyutlu ilişkilerdir. Bu tür diyaloglar; dün vardı, bugün de var, yarın da olacak, olması da lazım.

26 Aralık 2007 Çarşamba

Diyaloğun Öncesi

dinler arası diyalog misyonerlik misyoner fethullah gülen dinlerarası diyalogcu

Hıristiyan âlemi, özellikle İngilizler, 18. asırdan itibaren, İslam âlemine karşı uyguladıkları planları gözden geçirmeye başladılar. Çünkü, asırlardır uyguladıkları yıkma amaçlı planlar istenilen neticeyi vermemişti.

Netice alabilecekleri yeni projeler üretmeye koyuldular. O güne kadar uyguladıkları taktik; güç kullanarak zorla hedefe varmaya yönelikti. Artık bundan vazgeçmenin zamanı gelmişti. Çünkü bu yolla, Müslümanlara zarar veremedikleri gibi, aksine güce karşı güç oluşturup blok halinde karşılarına çıkma hareketleri başlamıştı.

Yeni projede, Müslümanları parçalayıp, birbirine düşürerek kaleyi içeriden fethetmeyi amaçlıyorlardı. Bunun için de, çeşitli ırk ve dildeki insanları tek vücud halinde dimdik ayakta tutan İslam dininin dejenere edilmesi, asli unsurlarından uzaklaştırılması gerekiyordu.

Yaptıkları araştırmalar neticesinde, bu birliği sağlamada, en büyük etkenin, halkın şeksiz şüphesiz inandığı, itimat ettiği İslâm âlimleri ve eserleri olduğunu gördüler. İslam âlimleri ve eserleri, halkın gözünden düşürüldüğü takdirde kalenin surlarının yıkılmış olacağını, böylece içeri sızmanın çok kolay olacağını anladılar.

Birşeyi yapmak için de yıkmak için de o şeyi iyi bilmek gerekir. Bu prensip gereği, İslamiyeti en ince teferruatına kadar bilen binlerce casus yetiştirdiler. İslam âlemine dağılan bu Müslüman, hatta âlim kılıklı ajanlar, Müslümanların inancını hassas noktalardan karıştırmaya başladılar. İngiliz Entilejans servisi elemanlarından Hempher hatıratında (1730) İslam ülkelerinde beşbin elemanlarının bulunduğunu yazmaktadır.

Bu faaliyetlerin amacı ileride yapılacak “Misyonerlik” faaliyetlerine bir zemin hazırlamaktı. Çünkü, sağlam bir inancı olan Müslümanının, Hıristiyan olması mümkün değildi. İnancı bozularak, boşlukta kalan kimseler ancak buna ilgi duyardı.

Çeşitli sinsi faaliyetlerle, İslam âlimleri ve kıymetli eserleri gözden düşürülüp, halk doğrudan, hadislere ve Kur’an-ı kerime yönlendirilince, acemi kaptanların elinde kalan rotasını kaybeden gemi gibi, İslam dünyası da alabora oldu.
Bu safhada, elde ettikleri İslam âlimi bilinen kimseleri hemen devreye sokup, gemiyi kurtarmak gerekçesiyle “İslamda reform” projelerini ortaya attılar.

Aslında bu proje, gemiyi rotasına sokmak için değil, iyice rotadan çıkarmak gayesine yönelikti. Reform faaliyetleri ile gerçek İslamdan uzaklaştırılıp “İslam” adı altında İslamla ilgisi olmayan inançlara itildi. Bunun için de, toplumlarda “İnanç boşluğu” oluştu. Maksat da buydu zaten; bunun ardında, 19. yüzyılda “Misyonerlik” faaliyetlerine ağırlık verildi.

Hemen bunun arkasından da “Misyonerliğe” takviye için, “Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” projesi devreye sokuldu. Bu proje ile İslamiyetin içi boşaltılıp, emir ve yasağı olmayan felsefi bir sistem haline getirmekti gayeleri. Bu, sondan bir önceki safhaydı. Bundan sonrası, “Hıristiyanlıştırma” projesidir.

İşte biz, sondan bir önceki, “Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” projesini, bütün yönleri ile projenin mimarlarının ağzından ve çeşitli yorumlarla sizlere sunacağız. Son yorum siz değerli ziyaretçilerin!..